Nazan Kesal: "Eğer çok param olsaydı..."

Nazan Kesal "Fazilet Hanım ve Kızları" dizisinde zengin bir hayat sürmenin peşine düşen 'Fazilet' karakterini oynuyor. Peki, Nazan Kesal'ın çok ama çok parası olsaydı neler yapar ve nasıl bir hayat yaşamanın hayalini kurardı?

Nazan Kesal: "Eğer çok param olsaydı..."
Akşam'dan Sibel Ateş Yengin'in röportajı...

Önce geçmişe, genç kızlığınızın geçtiği kasaba yıllarına dönsek.  Bugünden o yıllara bakınca nasıl bir Nazan görüyorsunuz?


Evet, kasabada doğdum büyüdüm. Çocukluğum ilk gençliğim Köprübaşı (Manisa) Kasabası’nda geçti. Çocukluk, hayatın en güzel, en saf zamanıdır... Dört kardeşiz. Yoksulluğumuza rağmen çok mutlu bir çocukluk yaşadım. Dere kenarında geçerdi yazlarımız. Şırıl şırıl akan dere sesiyle hayal kurardım. Kendi saçlarını kesen, neşeli, oyunbaz, muzip, dut ağacından karnı ağrıyana kadar dut yemeden inmeyen Nazan görüyorum. Şimdi bile dinlerim dere sesini ama YouTube’dan…

Şimdi o yaştaki Nazan'a ne söylemek isterdiniz?

"Çok istemiştin oldu işte, aferin sana! Kurduğun güzel hayallerin için sana teşekkür ederim" derdim ve severdim sarı saçlarını küçük Nazan’ın.

Nasıl bir çocukluk, nasıl bir genç kızlık geçirdiniz?

Kasabaların ruhu gariptir. Ne köydür ne de şehir. Bu yüzden küçük dünyalarında sıkışmış insanların yeridir. Kasabalı sıradanın dışında davrananı dışlar, baskı kurar, yalnızlaştırır. İlk gençliğimden itibaren baskıları sevmedim. Özgürlüğe tutkum kasabanın baskıcı ortamına isyan etmekle başladı. Erkeklere tanınan özgürlüğe anlam veremezdim. Çarşı meydanından yanında bir büyüğün olmadan geçemezsin. Neden? "El âlem ne der." El âlem için yaşar kasabalı. Çocuklukta başladı isyanım. Çocukluğum tütün tarlalarında geçti. Ailem çiftçiydi o yıllarda. Anneannem ve dedem çocukluğumu zenginleştirdi. Muhafazakâr, geleneksel değerlere sıkıca bağlı ama sevgisini esirgemeyen bir ailede büyüdüm.

Yanınızda bir büyük olmadan sokağa bile çıkamazken siz motor kullanırmışsınız...

Asiydim biraz. Baskılara boyun eğmezdim. Erkeğin kadına biçtiği rolü hiçbir zaman sevmedim. “Bisiklet sürmek, motora binmek günah” dediler, ama vazgeçmedim. Ailemi tütün tarlasına ben götürüyordum motorla. Niye günah olsun! Bağnazlık, cahillik işte...

GÖZLEMCİ BİR ÇOCUKTUM

Oyunculuk yapma tercihinizi belirleyen neydi?

Kişiliğim belirledi sanırım. Dışavurumcu, gözlemci, taklit yeteneği olan bir çocuktum. Neşem de cabası. Çocuklukta oynadığımız evcilik oyunlarını oynayabileceğim bir alandı oyunculuk. Oynama edimi hep içimdeki çocuğu hatırlatır bana. Kendimi en çok oynarken özgür hissediyorum.

Kazanamasaydınız ikinci bir meslek arayışınız var mıydı?

Arkeolog olmak isterdim. Geçmiş yaşantılar ve geride bıraktıkları çok ilgimi çekiyor. Ayrıca geçmişten bugüne kadar gelebilmiş eserleri     korumamız da gerekiyor.

Aileniz o dönem nasıl karşılamıştı? Oyuncu olacak hem de yuvayı terk edecektiniz...

Yuvayı terk etmeyen kim var? Zamanı geldiğinde bir sebeple o çekirdek aileden kopuluyor. Oyunculuğun bizim gibi az gelişmiş, kapalı toplumlarda kıymeti yoktur. Ama ailemde benden önce iki opera sanatçısı amcam yolumu açtı. Erkek olmalarına "rağmen" onlar da büyüklerin baskısına maruz kalmışlardı. “Rağmen” diyorum, eril bir toplumda erkeğin müzikle iştigal etmesi “Davulcu mu olacaksın?” şeklinde yorumlanmıştı. Babam çok destekledi yolculuğumu. Gençliğinde “Ses”’ Dergisinde derece almış ve İzmir'de çekilecek bir filmde rahmetli Ekrem Bora’yla oynayacakmış. Dedemden izin çıkmamış. Babam, aynı şeyi kızım yaşamasın diyerek en büyük destekçim oldu, şimdi gurur duyuyor ailem benimle.

Fazilet gibi “Zengin kocayı bul, hayatın kolaylaşsın" türünden dayatmalarla karşılaştınız mı?

Hayır, para insanın tuzağı ve tehlikeli bir tuzak. “Para bütün kapıları açar” diyor Fazilet bir sahnesinde. Sokaktaki algı bu yönde. Paraya tapınmamızı isteyen kapitalist sistemin bizden beklediği tek şey var, “uslu tüketiciler" olmamız.

HEYECANDAN BAYILDIM

Şener Şen ve Yavuz Turgul'la bir sinema filminde çalıştığınızda bayılmışsınız, anlatır mısınız o günkü heyecanınızı?


“Gölge Oyunu” benim ilk sinema filmim. İstanbul’a yeni gelmiştim. Şanslıydım, çünkü ilk filmimde ustalarla çalıştım. Yavuz Turgul, Şener Şen, Şevket Altuğ. İdealist bir oyuncuya gelebilecek en güzel teklifti “Gölge Oyunu”. Yeni mezun olmuştum. Sahayı hiç tanımıyordum. Tiyatro eğitimi zaman zaman sinema için sıkıntı yaratır oyuncuya. Duyguların ve ifadelerin minimal ölçeğini sever sinema. Bunu bilmeyen bir oyuncu olarak filmin ilk gününde 20 tekrardan sonra heyecandan ve yapamayacağım endişesinden tansiyonum düştü, bayıldım. Yavuz Turgul ve Şener Şen rolden beklentilerini büyük bir sabırla anlatmışlardı, ama olmadı. Çünkü ben kendi rolümü tiyatronun disiplini içinde ezberlemiştim ve büyük oynuyordum. Yavuz Bey o gün seti iptal etti. Bana, “Hiçbir şey düşünmeden gel, yarın yapacaksın. Sen rolünü çok ciddiye almış ve gözünde çok büyütmüşsün, gerginliğini atarsan olacak” dedi. Gerçekten de ertesi gün ilk çekimde oldu o sahne. Çok sevdiğim bir film oldu. Yaşadıklarım sinemada ilk dersti benim için.

ERKEKLERİ ANLAMAK ZOR DEĞİL

Erkek çocuk sahibi olmak erkekleri anlamak adına size ne öğretti?


Erkekleri anlamak zor değil. Büyüseler de çocuk gibilerdir. Erkek çocuk annesi olmak zordur ama. Daha dikkatli ve hep şefkatli olmak zorundayız. Dünyayı erkeklerin yönettiğini düşünürsek şefkat yumuşatır ruhlarını ve daha yaşanır bir yer olur belki yeryüzü. Bunu söyleyebilirim.

Çocuğunuzu kucağınıza aldığınız ilk an ne hissetmiştiniz peki?

Poyraz’ı ilk kucağıma verdiklerinde, “Bu benim mi şimdi” cümlesi çıkmış ağzımdan. Yaşamın bana verdiği en büyük hediye. Küçükken Poyraz'a “Sen benim neyimsin oğlum?” diye sormuştum, “Ben senin emanetinim anne” cevabını aldığımda şok oldum. Daha dört yaşındayken verdiği cevap “Emanetinim”. Çocuklarımız bizim emanetimiz doğru. Dünya ürkütücü ve tehlikeli emanetlerimizi korumak zorundayız.

BİZİM EVDE HAYAT ORTAKTIR

İlk görüşte âşık olmuşsunuz eşinize. Aşk, yıllar geçse de sürer mi?


İsterseniz sürer. İlişkide karşılıklı hayranlık, tutku, saygı, sevgi, özen varsa bunun adı aşktır zaten.

İlk gördüğünüzde nesi ilginizi çekmişti Ercan Bey'in?

Gülümseyen, aydınlık yüzü.

Evinizde hayat müşterek midir? Yani eşiniz kocanın karısı, çocuğun annesi, mutfağın sorumlusu gibi mi davranır?

Hayat ortaktır bizim evde. Yoğun çalışan insanlarız. Yapılması gerekeni kim uygunsa o yapar. Ayrıca evde bizi destekleyen yardımcımız da var.

FAZİLET’E ANLAYIŞ GÖSTERMİYORUM

Fazilet'in tek derdi kızlarını zengin birine yamamak. Siz Fazilet’i bu özelliğinden dolayı anlıyor musunuz?


Zamanın ruhunu taşıyan biri Fazilet. Kızlarının da kendi gibi olmasını istemiyor. Bunun da zenginlikle hallolacağına inanmış. Fazilet’i anlıyorum ama anlayış göstermiyorum. Toplumun bilinçaltı Fazilet. Herkes Fazilet sayesinde kendindeki para hırsıyla yüzleşiyor. Hesaplaşma içinde bırakıyor seyirciyi.

Çok ama çok paranız olsa  nasıl bir hayat yaşamak isterdiniz?

Yaşayacak kadar param olsun yeter. Fazlası zehirler. Memnunum yaşadığım hayattan. Başka şeyler hayal et derseniz “Dünyadaki savaşları bitirecek kadar param olsun” isterdim. Kimsenin ölmediğini hayal etmek lüks içinde yaşamaktan daha iyi...

NAZAN KESAL NEYE GÜLER, NEYE AĞLAR?

Yün örer misiniz?

Bu kış oğluma cepli bir yelek ördüm.

İşiniz olmadığı bir gün neler yaparsınız?

Yüzmeye giderim. Mutlaka yürüyüşe çıkarım, evin alışverişini yaparım.

Rüyalarınıza en çok neler, kimler girer?

Anneannem ve dedem.

Bugüne kadar hiç bir filmin yarısında çıktığınız oldu mu?

İyi filmin peşini bırakmam. Festivalde izlediğim bazı filmlerden çıkmıştım. Hiçbir emek ürünü için kötü kavramını kullanmak istemem, belki yönetmenin üslubunu kavrayamamışımdır.

Bir romanın içinde yaşasaydınız, bu hangi roman olurdu?

“Gorki Ana”.

Peki hangi karakterin yerine geçip yaşamak isterdiniz?

Frida Kahlo’nun yerine geçmek isterdim.

Sizi neler ağlatır?

Ölü çocukların kederi, masumiyeti.

Neler güldürür?

Gülmeyi unuttuk desem. Her şeyi bildiğini zannedenler.

Neler sizi çileden çıkarır?

Adaletsizlik, cahillik…
Konular Röportaj